Silahları Bırakmak Demokrasi Getirir Mi?

Silahları Bırakmak Demokrasi Getirir Mi?

Tüm bu süreçte proleter devrimcilerin tavrı kuşkusuz bir yandan yoldaşça bir temelde ideolojik mücadele yürütürken Kürt ulusunun demokratik talepleri için verdiği mücadelenin öznesi olmak olmalıdır.

4 Eylül 2025

Kürt ulusal hareketi açısından tarihsel bir sürece girilmiş bulunuluyor. 1 Ekim 2024 tarihinde MHP’li Devlet Bahçeli’nin TBMM’de DEM Parti sıralarına gelerek milletvekilleriyle tokalaşması ve ardından MHP grup toplantısında yaptığı konuşmada “Abdullah Öcalan gelsin DEM grup toplantısında PKK’yı feshettiğini açıklasın, sonra da umut hakkından yararlansın” minvalinden sözleri bir anda gündeme oturmuştu.

D.Bahçeli’nin “beklenmeyen” bu konuşması birçok çevrede yorumlanmaya ve sonuçlar çıkartılmaya çalışıldı. MHP’nin Kürt sorunu karşısındaki tavrı biliniyor; ırkçı ve faşist bir parti olarak MHP, Kürt sorununda sadece tartışarak karşı çıkan bir partiden öteye her zaman aktif tavır alan bir konumda bulundu.

Devlet içindeki kontra güçlerinin neredeyse tamamı ve paralı askerlerin önemli bir kesimi MHP’den devşirilenlerden oluşturulmuştur.

Ayrıca faili belli cinayetlerde MHP’nin rolü de biliniyor.

Tüm gerçekler ortadayken, “D.Bahçeli’nin çağrısı dikkate alınabilir mi?” tartışmalarının sürdüğü bir süreçte, İmralı Hapishanesi’nde 26 yıldır tecritte olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı, yeğeni olan DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan’ın ziyaret etmesine izin verildi.

A.Öcalan, Ömer Öcalan vasıtasıyla D.Bahçeli’nin çağrısının önemli olduğunu ve kendisi tarafından dikkate alındığını açıkladı. Bu demeç, Kürt hareketinin yeni bir “ateşkes ve barış sürecine” gireceğinin önemli bir işareti oldu.

Nitekim A.Öcalan arka arkaya ortaya koyduğu tavırlarla süreci hızlandıran bir yerde durdu.

Tüm gelişme ve tartışmalar yaşanırken A.Öcalan 27 Şubat 2025 tarihinde “Demokratik Toplum ve Barış” çağrısı yaptı. Bu çağrı tartışmaların yönünü bir anda değiştirdi. Gelişmeler ciddiye alınarak, herkes kendi cephesinden yorum ve sonuçlar çıkartmaya başladı.

Proleter devrimciler de yayınladıkları bir değerlendirme ile süreci tüm yönleriyle değerlendirerek acele etmemek gerektiğini belirtirken, aynı zamanda doğacak birçok tehlikeye de dikkat çekti.

Devlet, süreçten sonuç alınabilmesi için ilk adımın PKK’nin kendisini feshetmesi ve silah bırakmasından geçtiğini açıkladı. A.Öcalan 25 Şubat’ta İmralı’da kaleme aldığı ve 27 Şubat’ta kamuoyuna açıklanan çağrısında; “Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” tavrını ortaya koydu.

A.Öcalan’ın “devlet ve toplumla bütünleşme” projesi, tüm diğer çağrılardan farklı olarak Türk devletini kutsayan bir yerde durmaktadır. Kürt hareketi açısından 50 yıllık bir mücadeleye karşılık, bazı demokratik hakların elde edilmesi yeterli görülebilir.

Ya da silahların bırakılmasına karşılık neler olmalıdır ? tartışması da yapılabilir. Ancak, “devlet ve toplumla bütünleşme” yaklaşımı ve pratiği kapsamlı bir tasfiyeyi içermektedir.

PKK, A.Öcalan’ın çağrısına uyarak 5-7 Mayıs 2025 tarihinde gerçekleştirdiği Olağanüstü 12. Kongreyle kendisini feshettiğini yazılı olarak kamuoyuna açıkladı. Bu açıklamayı tamamlayan bir diğer adım da A.Öcalan’ın 9 Temmuz günü yayınlanan görüntülü mesajında dile getirdikleridir.

A.Öcalan bu mesajında; “sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir” diyerek bir an önce silahların bırakılması çağrısını yineledi.

Gerillanın silah yakması, önemli bir kırılmadır

19 Haziran 2025 tarihinde çekilen ve 9 Temmuz 2025 tarihinde yayımlanan bu görüntülü mesajın üzerinden iki gün geçtikten sonra 11 Temmuz 2025 tarihinde Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye bölgesinde sembolik olarak silahlarını yakarak imha eden PKK, böylece bir sürecin en önemli sayılabilecek adımını tamamlamış oldu.

11 Temmuz günü silahlarını yakmadan önce KCK adına Bese Hozat şu konuşmayı yaptı: “Demokratik değişim ve dönüşüm sürecine ivme kazandırmak üzere oluşan Barış ve Demokratik Toplum Grubu olarak; burada bulunan ve tarihi demokratik eylemimize tanıklık eden herkesi saygıyla selamlıyoruz…. Barış ve Demokratik Toplum sürecinin pratik başarısı için bir iyi niyet ve kararlılık adımı olarak ve bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde sizlerin huzurunda silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz.”

Bu açıklamasıyla 50 yıllık silahlı mücadelenin son bulduğu açıklanmış oldu.

Tüm bu yaşananlarla birlikte sonuçları birer birer ortaya çıkan yeni sürecin nasıl bir yere evrileceği net değildir.

TC devleti süreci “Terörsüz Türkiye” olarak tanımlamakta, Kürt ulusal hareketi ise “Demokratik Toplum” olarak tariflemektedir.

“Terörsüz Türkiye” ile faşist diktatörlük hem ulusal mücadelenin son bulduğunu hem de sömürü ve zulme karşı koyan ezilen emekçi sınıfların, sınıf mücadelesinin sona erdiğini ifade ediyor olsa da devletin hayal ettiği şey diyalektiğin kendisine terstir.

Sınıflar var olduğu müddetçe, sınıf mücadelesi devam eder. Devletin gücü, sınıf mücadelesini bitirmeye yetmez. Sınıf mücadelesinin ivmesinde bir geri düşüş, geri çekilme yenilgi dönemleri olsa da sınıf mücadelesi sona ermez.

Keza, çok uluslu bir ülkede ezen bir ulus ve ezilen bir ulus olduğu müddetçe ulusal mücadele de devam eder. Ulusal mücadelenin duraklama dönemleri olabilir. 1938 Dersim Katliamı’ndan 1970’lerin ortalarına kadar, Türkiye’de ulusal mücadele bir duraklama dönemi yaşamıştır.

1978 yılında PKK’nin kuruluşu, duraklayan bu mücadeleye son verirken, ulusal mücadele yeniden başlamıştır. 1984 yılından bu yana süren silahlı mücadele, devlete büyük darbeler vurmuş, 50 yıl sonra PKK devlet ile masaya oturmuşmuş ve kendini fesh ederek silahlı mücadeleyi bitirdiğini açıklamıştır..

Gerçekte Kürt sorunu çözüldü mü?

Bu son süreci kısa ve özlü olarak değerlendirmek gerekirse şu sonuçları çıkarmak mümkündür:

Türkiye koşullarında “Demokratik Toplum” görüşü, sınıflı toplum gerçeği, TC devletinin üzerinde yükseldiği zemin ve faşizm gerçekliği dikkate alındığında bir yanılsamadan ya da yanıltmadan ibarettir.

Zira, A.Öcalan’ın 9 Temmuz’da yayımladığı görüntülü mesajda dile getirdiği; “varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir” değerlendirmesi de gerçeği ifade etmemektedir. Kürt ulusal sorunu çözüme kavuşmamış ve “sorun” devam etmektedir.

Bu anlamda A.Öcalan’ın dile getirdiği “…kapsamlı eleştiri-özeleştiri devam edecektir” açıklamasının Kürt ulusal mücadelesinin yanlış bir çizgide konumlandığı algısının güçlü olduğunu, -ki video mesajın sürece ikna olmayanları ikna etmek amacı taşıdığı anlaşılmaktadır- göstermesinin yanında, bu tavrın sadece devletin elini güçlendireceğini görmek gerekir.

Türkiye’nin tarihsel gerçeği olarak; Kürt ulusal sorunu başta olmak üzere, ezilen milliyetler ve ezilen inançlar üzerindeki ulusal ve inançsal baskının ancak ve ancak demokratik halk iktidarı ve sosyalizm koşullarında çözüme kavuşturulabileceği gerçekliği su götürmez bir realitedir.

Evet ulusal demokratik talepler uğruna mücadele yadsınamaz. Çünkü, bir ulusun, ulusal demokratik taleplerini savunmamak, devrimci bir tutum değildir. Bunları savunup sahiplenirken, aynı zamanda Kürt ulusal mücadelesini, kendini feshettiğini ilan eden PKK ile sınırlı görmek de yanlıştır.

PKK, Kürt ulusal sorununun, bu alandaki çelişkinin bir sonucudur!

Kürt ulusal hareketi, 11 Temmuz 2025 tarihi itibariyle ortaya koyduğu tavrıyla, devrimci yapılarla olan ittifak ve birleşik mücadele politikasından vazgeçtiğini açıklarken, özgürlük ve demokrasi uğruna oluşturulan ittifaklar yerine düzen içi partilerin ortak ittifakı ve birlikteliklerini kapsayan bir çalışma programı devreye giriyor.

İyi Parti ve Zafer Partisi dışındaki tüm burjuva partilerinin sürece “destek” açıklamaları bunu gösteriyor.

Kürt ulusal hareketinin, silahlı mücadeleye son vermesinin kitleler ve devrimci kamuoyunda olumsuz etkilerinin olacağını öngörmek gerekir. Kitlerde silahlı mücadeleye olan inançsızlık, Kürt ulusal hareketi şahsında kendisini gösterecektir.

Bu, bir kısım devrimci hareketi de olumsuz olarak etkiyecek ve geriye düşmeler yaşanabilecektir.

Burjuvaziyle barış içinde yaşanmaz. TC’nin 100 yıllık tarihi buna fazlasıyla tanıktır. 1961 Anayasası’nın getirdiği -ki bunlarda kitlelerin mücadelesi sayesinde olmuştur-, kısmi demokratik uygulamalar dışında bu devletin tarihinde, burjuva demokrasi dahi yoktur.

Son olarak AKP’nin 23 yıllık iktidarı faşist diktatörlük koşulları içinde geçmiştir.

Nitekim R.T.Erdoğan’ın 12 Temmuz tarihinde Kızılcahamam Kampı’nda yaptığı “tarihi konuşma”da, silahların bırakılmasına karşılık, yasal ne gibi değişiklerin olacağı, tutsakların bırakılıp bırakılmayacağı, sürgün edilenlerin yerlerine dönüp dönmeyeceği, zarara uğrayanların zararlarının karşılanıp karşılanmayacağı ve “demokratik uygulamaların” neler olacağına ilişkin tek bir kelime dahi etmemiş olması, burjuvazinin demokrasiden ne anladığını göstermektedir.

Dahası R.T.Erdoğan bu konuşmasında “Terörsüz Türkiye”den ne anladığını göstermektedir.

Konuşmasında “Ümmet Birliği”nden dem vurarak geleceğin “İslam” devletinde olduğunu ifade ederken, Kürtleri tehdit etmekten de geri durmamış, “ya sürece dediğimiz gibi uyarsınız ya da sizi ezeriz” diyerek nasıl bir demokrasi hayal ettiğini göstermiştir.

A.Öcalan da bu sürecin açık ve net yürümediğini, devletin fazla bir garanti vermediğini kendi sözleriyle şöyle açıklıyor: “Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Kısır mantıklı, önce sen-ben kısırlığına düşmeden, adımların atılmasında dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi şarttır. Atılan adımların boşa çıkmayacağını biliyorum. Samimiyeti görüyor ve güveniyorum.”

Görüleceği üzere A.Öcalan’ın “güvencesi” sadece ve sadece “samimiyeti görme” üzerinden şekillenmektedir. Bunun bir anlam ifade etmediği ve sürecin belirsizliklerle dolu olduğu açıktır.

Proleter hareket açısından ise demokrasinin ancak ve ancak tüm mücadele biçimleri kullanılarak geleceği açıktır. Gerillanın silah bırakmasından sonra ortalıkta dolaşan “silahın, siyaseti gölgelediği” tezi tamamen yanlıştır.

Bu yaklaşım, silahlı mücadelenin aynı zamanda siyasi mücadele olduğu gerçeğinin üzerini örtmeye, bu konuda kitlelerin bilicinde bir çarpıtmaya hizmet eder. Dahası Kürt hareketinin silahlı mücadelesi sürerken de demokratik zeminde, demokrasi mücadelesi verdiği bilinmektedir.

Demokrasi mücadelesinin de, silahlı mücadele sayesinde ortaya çıkan potansiyelin üzerine kurulu olduğu inkar edilemez bir gerçektir.

Kürt hareketinin silah bırakarak demokratik toplum mücadelesi vereceğini ilan etmesi, geçmişte verilen mücadelenin, -silahlı mücadelenin- haklılığına ve meşruluğuna gölge düşürmemelidir. Dahası, günümüz TC devlet yapısı içinde bahsedilen demokratik mücadelenin nasıl ve nereye kadar verilebileceği ise kısa sürede kendisini gösterecektir.

Tüm bu süreçte proleter devrimcilerin tavrı kuşkusuz bir yandan yoldaşça bir temelde ideolojik mücadele yürütürken Kürt ulusunun demokratik talepleri için verdiği mücadelenin öznesi olmak olmalıdır.

Eleştiri ve tartışmalar ideolojik-politik düzlemde ve elbette pratikte yan yana durma becerisi gösterilerek yürütülmelidir.